Havza Haber Ajansı’nın haberine göre, İslam tarihi, dini ve toplumsal ilkeleri daha derin kavramamıza yardımcı olabilecek dersler ve ibretlerle doludur. Bu tarihin en önemli ve tartışılan olaylarından biri de İmam Hasan’ın (a.s) barış anlaşmasıdır. Bu karar, İmam Ali’nin (a.s) şehadetinin ardından son derece kritik bir dönemde alınmış olup, onun bilgece ve ileri görüşlü liderliğini yansıtmaktadır. İmam Hasan’ın (a.s) barışı tercih etmesi, sadece dönemin gerçeklerini doğru okuduğunu değil, aynı zamanda İslam’ı koruma ve daha büyük bir kaosun önüne geçme amacını da göstermektedir.
Bu tarihi kararın etkilerini ve farklı boyutlarını daha iyi anlamak için, tarihî şüphelere cevap verme alanında uzman olan Hüccetü’l-İslam Mustafa Muhsini ile gerçekleştirdiğimiz söyleşiyi siz değerli okuyucularımıza sunuyoruz.
İmam Hasan (a.s), Muaviye ile Barış Yaparak Hilafetten Vaz mı Geçti? Bu, Muaviye’nin Yönetimini Meşrulaştırmak Anlamına mı Geliyor?
Bismillahirrahmanirrahim
İmam Hasan’ın (a.s) barışı ve nedenleri konusunda, yaygın bir kıssa ile konuya açıklık getirebiliriz. Hepimizin duyduğu bir hikâyeye göre, iki kadın bir bebeğin kendilerine ait olduğunu iddia ederek İmam Ali’nin (a.s) huzuruna gelir. İmam (a.s), çocuğu ikiye bölmeyi önerir. Bunun üzerine gerçek anne, bebeğin yaşaması için onu diğer kadına bırakmaya razı olur. Bu olayda önemli olan, çocuğun annesiyle olması değil, hayatta kalmasıdır.
Bu kıssa, İmam Hasan’ın (a.s) barış kararını anlamamıza yardımcı olabilir. O dönemde İslam toplumunun varlığı büyük bir tehdit altındaydı. İmam Hasan (a.s), hilafetin hak sahibi olsa da, asıl önemli olanın İslam’ın hayatta kalması olduğunun bilincindeydi. Dolayısıyla barış anlaşması teslimiyet değil, İslam’ın ve ümmetin korunması adına bilinçli bir stratejik adımdı.
Burada anne, önemli olanı daha önemli olana feda ediyor. Bu rivayetin doğruluğu hakkında bir şey söylemek istemiyorum; sadece bu örneği kullanarak şunu demek istiyorum: İmam Hasan (a.s) ile Muaviye’nin durumu da böyleydi. İki kişi İslam’ın liderliğini, halifeliği talep ediyordu; biri, Allah tarafından atanmış gerçek halife ve imam, diğeri ise hile ve aldatma ile kendisini halife olarak dayatmış biriydi.
Bu durumda, savaşa devam etmek neye yol açardı? Sonunda İslam’ın kendisi yok olurdu. Gerçekten de, Allah tarafından atanan imamın İslam toplumunun başında olması önemliydi, fakat daha önemli olan nedir? Daha önemli olan, İslam’ın kendisinin varlığını korumaktır. Eğer burada bir tercih yapmamız gerekirse, bu durumda ne daha önemli olur? İslam’ın varlığı daha önemli olmalıdır.
İşte bu yüzden İmam Hasan (a.s), İslam’ın varlığını korumak için, hatta hileyle Müslümanların başına geçmiş olan birinin elinde bile olsa, barışı kabul etmeye karar verdi. O dönemde İslam’ın durumu böyleydi.
Şimdi, bu örneği o döneme nasıl uygulayabiliriz? İmam Hasan (a.s) dönemindeki koşullar şu şekildeydi:
İç Durumun İncelenmesi:
İç koşullar açısından, İmam Hasan (a.s), İmam Ali’nin (a.s) döneminde var olan şartların mirasçısıydı. Eğer İmam Ali (a.s) hayatının sonlarına doğru yaptığı hutbelerine bakarsak, Kufe halkının bir arada olmadığını görürüz. Bir grup Haricî, bir grup eski Haricî, bir grup rahatlık isteyen, bir grup ise savaştan bıkmıştı. Bazıları da savaşın devam etmesini istiyordu. Bu nedenle, Kufe halkı tek bir bayrak altında birleşmemişti ve hatta İmam Ali’nin (a.s) zamanında, onun yanında Muaviye ile savaşan bazı kimseler, İmam Ali’yi (a.s) hemen halife olarak kabul etmiyorlardı.
Bu durum, Teravih namazı ve Siffin savaşı sırasında çok net bir şekilde ortaya çıktı; bir çok konuda, bu kişiler İmam Ali’nin (a.s) imamet ve liderlik konusunda derin bir inanç beslemiyorlardı. İmam Hasan (a.s) işte bu karmaşık durumu miras almıştı.
Diğer tarafta ise Muaviye’nin Şam’da, onu lider olarak kabul eden ve onun için canlarını feda etmeye hazır bir halkı vardı.
İmam Hasan (a.s) döneminde bu durum daha da karmaşıklaşmıştı çünkü Haricîler ve onların takipçileri, İmam Hasan (a.s) ile işbirliği yapmaya istekliydiler. Bu grup, Muaviye’yi kâfir olarak görüyor ve İmam Ali’yi de sorguluyordu. Bu kişiler, İmam Hasan (a.s) ile, Muaviye’ye karşı bir kâfir olarak savaşma şartıyla biat ettiler. Bu yeni grup, düşünceleri ile İmam Hasan (a.s) ile uyumlu olmamakla birlikte, bir şekilde işbirliği yapmaya çalışıyordu.
İmam Hasan’ın (a.s) ordusu, farklı gruplardan oluşuyordu: Rahatlık isteyenler, savaşı sürdürmek isteyenler ve İmam Hasan’ın (a.s) emirlerine uyanlar. Genel olarak, İmam Hasan’ın (a.s) ordusu homojen değildi fakat karşı tarafta, yani Muaviye’nin ordusunda tam bir birlik vardı. Bu durum, Kufe ordusunun istikrarsız olmasına yol açıyordu.
Muaviye, İmam Hasan’ın (a.s) ordusunu çeşitli yöntemlerle aldatmaya çalıştı. Farklı kişileri farklı fiyatlarla satın alarak ordunun moralini bozmaya çalıştı. Örneğin, İmam Hasan’ın (a.s) ordusunun komutanı olan, İmam Ali’nin (a.s) kuzeni olan Ubeydullah bin Abbas’ı satın aldı ve bu, ordunun savaşa gitmesini engelledi. Sonuç olarak, ordu savaşa gittiğinde komutansız kaldılar.
Aynı zamanda Muaviye, dedikodulardan da faydalandı. İmam Hasan (a.s) ordusunda, İmam Hasan’ın (a.s) barışı kabul ettiği yönünde dedikodular yaymaya başladı. Bu dedikodular, savaş yanlısı bazı kişileri kızdırdı ve hatta İmam Hasan’ın (a.s) çadırına saldırdılar, ona zarar verdiler.
Bundan önce, İmam Ali’nin (a.s) bayrağı altında Muaviye ile savaşan bazı Kufe halkı, şimdi İmam Hasan’ın (a.s) bayrağı altında yer alıyordu. Ancak, Muaviye’nin galip gelme olasılığının arttığını fark eden bu kişiler, Kufe’nin sona ereceğini düşünüp Muaviye’ye bir mektup yazarak ona sadakatlerini sunacaklarını ve Hasan bin Ali’yi (a.s) teslim edeceklerini bildirdiler.
Bu içsel faktörler, Kufe cephesinin zayıflamasına neden oldu. Aynı zamanda, dışsal faktörler de oldukça etkiliydi.
Dışsal Faktörlerin Değerlendirilmesi:
Roma İmparatorluğu yenilmişti ve intikam peşindeydi. Sıffin Savaşı ve İslam içindeki iç çatışmalar göz önüne alındığında, Roma İslam’a saldırmış olsaydı, İslam’a büyük bir zarar verebilirdi. Muaviye de şöyle diyordu: “Ya ben, ya hiç kimse.”
İmam Hasan (a.s), bu koşullar altında bir karar vermek zorunda kaldı. Eğer Roma saldırıya geçerse, bu durum tüm İslam’ı etkileyecek ve hem Muaviye’yi hem de İmam Hasan’ı (a.s) ortadan kaldırabilecekti. Bu nedenle, İmam Hasan (a.s), çözüm olarak şöyle bir karar almak zorunda kaldı: İslam’ı korumalıyız, her ne kadar bu Muaviye’nin elinde olsa da.
Gerçek anne örneğine göre, İmam Hasan (a.s)’ın eylemi Muaviye’yi onaylamak değil, kötü ile daha kötü arasında bir tercih yapmaktır ve önemli olanı daha önemli olana feda etmenin bir göstergesidir. Aslında İmam Hasan (a.s), bu kritik koşullarda İslam’ı korumayı ana öncelik olarak belirlemiş ve diğer meseleleri bu hedef doğrultusunda konumlandırmıştır. İmam Ali (a.s) ve diğer masumların (a.s) en öncelikli amacı İslam’ı korumaktır ve bu koruma, bazen sessizlik, bazen barış, bazen savaş ve hatta sosyal ve eğitimsel sistemlerde köklü değişiklikler yapmayı gerektirir.
Böyle bir durumda, Muaviye İmam Hasan’a (a.s) bir barış anlaşması gönderdi ve bu anlaşma belirli şartlarla başlamıştı. Anlaşmanın başında şunlar yazıyordu: “Bismillahirrahmanirrahim, bu, Hasan bin Ali ile Muaviye arasındaki bir barış anlaşmasıdır. Hasan bin Ali, halifeliği Muaviye’ye devretmektedir, ancak şu şartlarla…” ve ardından bazı maddeler eklemişti. İmam Hasan (a.s) bu barış anlaşmasını inceledi ve kendi önerilerini sundu. Muaviye, “Ne yazarsanız kabul ederim, sadece ilk şartın sizin tarafınızdan onaylanması gerekir,” dedi. Bu nedenle, İmam Hasan (a.s) barışı kabul etmek zorunda kaldı.
Ancak İmam Hasan’ın (a.s) tüm çabası, bu barış anlaşmasından İslam lehine fayda sağlamaktı. Bu barış anlaşmasının bazı maddelerinin, Muaviye’nin yerine getirmeyeceği çok açıktı ve bu, hak tarafı için faydalı oluyordu çünkü bu maddeler, Muaviye’nin Şam’da yirmi yıl boyunca kendisi için inşa ettiği yanlış inançları zamanla ortadan kaldırabilirdi. Örneğin, bu barış anlaşmasının maddelerinden biri, Muaviye’nin kendisiyle savaşan insanları takip etmemesi ve onlara eziyet etmemesiydi. Bu açıkça gösteriyordu ki, İmam Hasan (a.s) o karmaşık koşullarda Müslümanların haklarını korumaya ve İslam’ı kurtarmaya çalışıyordu.
Muaviye, kinci ve zalim bir kişi olarak, kesinlikle bu insanları takip edecek ve onlara bir tehdit oluşturursa, bu durum hak tarafı için faydalı olacaktır çünkü bu tür eylemler Muaviye’nin yirmi yıl boyunca oluşturduğu sahte kutsallığını zedeleyecektir. Şam halkı belki görünüşte buna aldırış etmese de, Muaviye’nin kutsallığına dayatılacak olan bu şiddet, sonunda bu kutsallığın kırılmasına yol açacaktır.
Barış anlaşmasındaki diğer bir madde de Muaviye’nin kendisi için bir halef tayin etmemesiydi. Ancak, Muaviye gerçekten böyle bir şey yapabilir miydi? O uzun süredir savaşlara katılıyor ve birkaç yıl boyunca iktidarda kalabilir, halifeliği Ali soyundan gelenlere veya başka birine devredebilir. Sonuç olarak, Muaviye’nin kutsallığının zamanla kırılması söz konusu olacak ve bu süreç, İmam Hasan’ın (a.s) barış anlaşmasıyla başlamaktadır.
Bu nedenle, İmam Hasan (a.s), bu barış anlaşmasını imzalayarak Muaviye’nin meşruiyetini onaylamamış, aksine kendi liderliğini İslam’ın asli koruması için feda etmiştir.
Söyleşi: Samira Golkar
yorumunuz